64- Aydın Öztürk
Aydın Öztürk,1955 Tunceli doğumlu. Pert ilçesi, Sağman Dersim (Ardıç) köyü nüfusuna kayıtlı.
İlköğreniminin üç yılını, Sağman Dersim İlk okulu’nda tamamladı. Ailesi, 1965 yılında Elazığ’a göç etti. İlköğrenimini Fatih Mehmet İlkokulunda tamamladı. Devrim Ortaokulu’nu ve Atatürk Lisesi’ni bitirdi. 1973-1974 öğrenim yılında Erzurum Atatürk Üniversitesi İşletme Fakültesi’ne girdi. Daha sonra, 9 Eylül Üniversitesi’ne geçiş yaptı.
Politik çalışmaları nedeniyle, Ocak 1983’t gözaltına alındı. 6 yıl Alemdağ, Sultanahmet Elazığ ve Diyarbakır Askeri Tutukevleri’nde kaldı.
Yıllar önce başlayan yazın serüveni, tahliye olduktan sonra, daha bir yoğunlaştı. Tutuklu yılların birikimlerini, peş peşe yayımlamaya başladı. Yazarlarla, yaşamını “yazarak kazanmasının” zor olduğu ülkemizde, yaşama koşullarının ayrımında olan Aydın Öztürk, birçok işte çalıştı. Yakın zamanda, İstanbul ve çevresinde 94.3 frekansında yayın yapan Radyo Umut’un Genel Yayın Yönetmenliği’ni ve Programcılığını yaptı. Bu çalışmalarını “Yürek Sapağı” kitabında değerlendirdi.
Aydın Öztürk’ün ilk şiir kitabı “Yanardağ Sıcağında”, 1988 tarihinde yayınlandı. Bunu, o dönemin yaşam gerçeklerinin sergilendiği bir romanı izledi: “Bilirim Dayanır Yürek”, bir 12 Eylül romanı. Tankların ve süngülerin hayatı kuşattığı, sokaklarda ve dağlarda insan avının sürdüğü, işkence tezgâhlarından yüz binlerin geçirildiği günlere götürür bizi. Anılarımızı taze tutturacak bir kapı açar…
Aydın Öztürk’ün eserlerinde ilk göze çarpan belirgenlik, toplumsal içeriktir. Birçok yönden coşkuyu, Dicle, Fırat ve kıtalar boyunca umuda doğru kamçılar.
“akmasın kara üzüm gözlerinde dicle
süzülmesin al al yanaklarında fırat
durma öyle fukara”
Umuda doğru giden yolda, mutlu olmanın bir bedeli olmalı. Onurlu bir yaşam, rahat yutulan bir lokma, alınteriyle yoğrulmalı, bu çabanın son durağı “ölüm” de olsa!..
“kuralsız bir sevgi
umudu da yoracaksa eğer
bir çift kumrunun sarılışını
bağrıma bastırır gibi
bir kavgada
ölüm yakışır bana “
Ozanımız, sevgisizlikle bezendirilen yaşama karşı olan kavgada, sorumluluğunun bilincinde. Bu, el kol gücüyle çalışan bir emekçinin günlük işlerinden değil:
“bu yükü nasıl taşırsın
taş değil toprak değil”
Yaşama ağıt, türkü, şarkı ile yapılan göndermeler yapar. Dersim âşıklarının belirgin paydası kavga ve ölüm kolkola.
“bu sabah
haklı bir kavganın
geriye çekilişini korumak istedim
ıslığımda o şarkı
bir dağ geçidinde ölmek”
Söylemesi kolay, “postal seslerinin yankılandığı gecelerde” yaşamak kolay değil. Dönemin tedirginliğini yaşayanlar, Öztürk’ü daha iyi anlar.
“şimdi alınıp götürmeler var
geceyarıları sokaklar çürük kokusu
gölgeler hırıltılı bir soluk
peşimizde ”
Aydın Öztürk, salt şiirde değil, düz yazılarda da ustalık basamaklarını tırmanıyor. Şükrü Erbaş’la benzer yaklaşımları olan kadını, “yağmur” ıslaklığında betimliyor. Şiire canlılık veren Nuri Can’m figürlerini şiirle bütünleştirmesi, şiir sıcaklığım bütün tadıyla hissetmemizi, algılamamızı kolaylaştırıyor.
“buğulu camlarda kınla kınla
kırkıma yağmurun sesiyle girdin
merhaba yağmur yüreklim”
“Kalkıp yürüsem ellerim cebimde, içindeki koridorlarda salınarak, yanık ve is kokan yaralı sevinçlerde, kalkıp yürüsem sesimde, ayağımın altında öykülerini bildiğim dalgalar ve kum, öykülerimiz karışsa! Sen yanımda olsan, hiç konuşmasak, ay buluttan çıkınca, gözlerini görsem.”
“Yağmur Yürekli Mektuplar“, şu tümcelerle başlar:
“terden sırılsıklam ıslanmış yaşlı tenini kurutmaya hazırlanan kentin, akşama koşan sokaklarında, herhangi bir gün. içimde biraz yorulmuş bir yaşama sevinci, gözlerim müşterisi olmayı düşünmediğim vitrinlerden ilgisizce geçiyor, sağımda solumda karıncaların telaşında başka dünyalar akıyor, yüzlerine bakmadan geçiyorum, içimdeki sokaklarda küçük duraklar, sorular birbirini kovalıyor, bir sevinç hüzünle nöbet değiştiriyor, ardından heyecan, bir yenilginin hâlâ anımsanan sarsıntılarından geçiyorum, titreyen içim. sözün kısası, yüreğimin komşusu olmanın keyifli ayrıcalığını yaşıyorum gene de.
boğaza açılan küflü bir sokaktan heyecansız, serin bir rüzgâr tırmanıyor, elini beline yaslayıp dinleniyor bir süre. besbelli soluğu kesiliyor yokuşun ortasında, gerili iplere asılı çamaşırları havalandırıp yükseliyor, yeniden küçük bir molanın ardından, nemli serin elleri tenimde, saçlarım uçuşuyor.* merhabalaşıyoruz. yorgun sevincim gözlerini açıyor, sakalım ve omuz çantamla haylaz, küçük bir çocukluğa koşuyor, adımlarım hızlanıyor, dilimde bir azeri: ‘bu dağda ceylan gezer.‘
Kolay değil altı yıl tutuklu kalmak. Voltalar de bitmez çileyken, aynı kaderi paylaşan K. Burkay’ın habercisi “serçe kuşu”, Aydın Öztürk için, haksızlığa karşı kurtuluşa özlem olur.
“uzun bir yolculuktur volta
küflü avlularda terletip durur
içiniz güvercin bir ürkek serçe
içinizde her saniye firarı kurar”
Öztürk, “Cumartesi Anneleri, anımsamanın zaferidir” diyor. Şair, bu toplum yarasına dokunurken:
“eğer yolunuz beyoğluna düştüyse
ve günlerden cumartesiyse
zaman da öğlene yaslanmışsa
önce kalkanlı polisleri görürsünüz
kayışlarını zorlayan kurt köpeklerini
her anne beklediği yolcuyu tunca kazımıştır
içindeki bütün meşaleler isli alevlerde, rüzgârda
bütün zaferler karanfil kokusudur ve ateşte yanar”
Haksızlıklara karşı sayfalarca yazı yazmak yerine, Ozanın bir kıtası neye yetmiyor ki?.
“istanbul’da kar yağıyor kar yağıyor
cumartesi annelerinin ıslak kirpiklerine
istanbulda kar yağıyor kar yağıyor
panzerlere, çelik kasklara, kurt köpeklerine”
Aydın Öztürk, geleceğe hızlı koşan yetenekli bir şair-sanatçı, “yüreğimde yangın
çıkar bir şehir yanar” ve “ben olsam rakıyı yormaz / aşka teslim derdim ” diyor. Biz de sözü, çözümleri, deneyimlerde, “ayık” kafalarda üretilenlerde arayan Aydın Öz-türk’e bırakalım:
“ben olsam
yüreğimi ellerine vermezdim rüzgâr gülüne
kasırgaya çevirmezdim yüzümü
ben olsam rakıyı yormaz
aşka teslim derdim
hayat yaşlı bir kartalda demleniyor
yüksekleri bilse de hep alçaktan uçan”
Ve
“dumanı içimi acıtıyor
sıcak bir merhaba!
sesinin düşyamaçlarına serilip kalıyorum
karşı sırtta bir çobanın kavalı
uykunun ayakdireten inadını kırıyor
içim, yazdan çalınmış bir bahar gününe uyanıyor
içim, gülüşlerinin sıcaklığıyla çözülüyor
bir süre koşuyoruz çabuk geçmiş uzun bir süre
istanbul küçülüp avuçlarımıza sığınıyor
kırlangıçların yırtıp durduğu gökyüzü avuçlarımızda
“hepimiz biliriz: bazan kendi doğallığından sıyrılıp gelen bir söz, çarpıp acıtan bir taş gibi gelir, derin sarsıntıyla gövdenize girip, ürperten soğuk-terli dalgalarla koşup durur koridorlarınızda (…)” (Yağmur Yüreklim)
Aydın Öztürk‘ün yayımlanmış bazı eserleri şunlardır:
Yanardağ Sıcağında, Bilirim Dayanır Yürek, Derin Nehirler Gibi, Bir Sevgi Kırıl-masıydı, Ağıtlara Yazıldı Zaman, Yıkık Duvarlar Gibi Kaldı Gözlerim, Cumartesi Anneleri, Ezberletilmiş Yalnızlıklar / Derin Nehirler Gibi, Ölülerle Hatıra Fotoğrafı, Yağmur Yürekli Mektuplar, Yürek Sapağı, Yağmur Yüreklim, Afşar Timuçin’le Düşünceye Yolculuk.
Aydın Öztürk‘ün çıkmış kasetleri ise şunlar:
Cumartesi Anneleri / Yıkık Duvarlar Gibi Kaldı Gözlerim, Çabuk Unutuyoruz..’ (lirik kent türküleri ve şiirler).